Derin bir umudun onuru için...
21 Haziran 2025 Cumartesi
Şiirle yazılan bir geçmişin geç kalmış durağında bekliyor tüm unutulanlar,hatıraların, soğuk ve donuk bakışları arasında kayboluyor sevimli sandığın dokunuşlar,bulutların arkasına saklanıyor umutlar,karanlığın parçaları rüyalara sığınıyor Ve iki yüzlü bakışlardan sakınıyor geleceğin efendileri ,soğuğun yüzü vurmuşken gözlerimize, şiirle yazılan bir geçmişte hapsoluyor var olan dokunaklı tüm yazılar...
Yüzü kızarıyordu Alice'in, dokunaklı ve hüzün dolu bakışlardan hoşlanmıyordu o,
Üstelik regli de yaklaşmıştı, vicdansız diyordu ona,Kedilerini beslemeyi de unutmuyordu akşam saat 6 olduğunda,Alice, babasından kalma uçurum eşiğinde ki tahta ve köhne evde mutluydu..Üstelik gün batımını da denizin yoksun karanlığına nazır izleyebiliyordu, izlandanın uçsuz buçaksız muazzam manzarasının tadına varıyordu Alice, özellikle Godafoss şelalesinin..44 yaşının verdiği yorgunlukla yalnız , sade, bir o kadar da gülücük kokan yaşamını seviyordu o...Ta ki kalbinde beliren, damarlarını sızlatan o acı ortaya çıkana kadar..Kalp yetmezliği vardı ,çok vicdansızdı, o bilememişti bu vakte kadar,umutsuzluğa kapıldı , destek ve moral vereni yoktu,2. kez tekrarladı o masum sandığı kalp sızısı,Alice öldü, ardında ne acı bıraktı, ne de kendini anımsatacağı bir anı .. O, gerçekten ölmeyi haketmediği düşüncesine sahipti. Masum sahiplikleri yetiyordu ona... Hangimiz o an'a gelinceye kadar bu düşünceye sahibiz ki?
Üstelik regli de yaklaşmıştı, vicdansız diyordu ona,Kedilerini beslemeyi de unutmuyordu akşam saat 6 olduğunda,Alice, babasından kalma uçurum eşiğinde ki tahta ve köhne evde mutluydu..Üstelik gün batımını da denizin yoksun karanlığına nazır izleyebiliyordu, izlandanın uçsuz buçaksız muazzam manzarasının tadına varıyordu Alice, özellikle Godafoss şelalesinin..44 yaşının verdiği yorgunlukla yalnız , sade, bir o kadar da gülücük kokan yaşamını seviyordu o...Ta ki kalbinde beliren, damarlarını sızlatan o acı ortaya çıkana kadar..Kalp yetmezliği vardı ,çok vicdansızdı, o bilememişti bu vakte kadar,umutsuzluğa kapıldı , destek ve moral vereni yoktu,2. kez tekrarladı o masum sandığı kalp sızısı,Alice öldü, ardında ne acı bıraktı, ne de kendini anımsatacağı bir anı .. O, gerçekten ölmeyi haketmediği düşüncesine sahipti. Masum sahiplikleri yetiyordu ona... Hangimiz o an'a gelinceye kadar bu düşünceye sahibiz ki?
Soğuk kırmızı tonlarında gelmişti sonbahar,kurumuş dallarını unutmuştu ağaçlar,
Yere düşmüş, çıtırdaması gereken yapraklar basılmayı haketmiyordu,göle doğru sekmesi beklenen o beyaz taşlar bile istemsizdi,güneşin soğuk nefesi vurmuştu bir kere o denizin kumrala çalan kıyısına.Çanlar sessiz çalıyor, ezanlar başı öne eğik dinleniyordu.İstanbulda o koyu gri başı bozuk trafikte kimse kimseye korna bile çalmıyordu...Sisliydi hava, şiirle bile anlatılmazdı,bebekler ölüyordu, kimsenin bilmediği o masumcuk melekler hayatını kaybediyordu,Ana ve babalarının o buz misali kesilen yakarışları arasında...Herkes yas tutuyordu İstanbulda , Karsta, Hakkaride, Edirnede,Kıbrısta...Ve hainler, başı bozuklar, kahpe kılığına girenler, ceset seviciler, korkun Türk Halkından , izin vermez bu ülkenin Ata kimliğinde ki savcıları, hakimleri... Fatih olsa , derdi ki ''Tiz Vurula Kelleleri''...
Şair Adam derki her bebek ağlamalıdır... Annesine ve babasına...
Bir sigara koru tazeliğindeki ahşap evini yakıyordu Adel,geçmişinden kalma hıncına inat..Halbuki 5 yaşındayken babasına kedi beslerken yakalanmıştı, babası da o kediyi beyaz boş bir çuvala koyup yakmıştı gözü önünde..Adelin kalbi değil yüreği yanmıştı.Annesi Estralda korkuyordu elinden geldiğince onu ,kendinden değil, Adelden aslında.Estralda ,zayıf kalmıştı kocası Joel ile Adel arasında,halbuki biliyordu, belki bilmek istemiyordu,7 yaşından beri Joelin Adeli taciz ettiği kabusu...Ah o Adelin babası Adrian, yavrusu 2 yaşında ölmeseydi...Adel yaşamalıydı, gökyüzüne dair çizimleri vardı, bahşedilmiş bir de gülüşü. Kumsalda ki o boynu bükük ateşin rengini saymazsak...Adel , bir ahşap evi yakıyordu, içinde gerçek babası, üvey babası ve annesi ile beraber...Tüm o acı anılarıyla...Adel , bizi sen yaşat.
Sadi-i Şirazi, söyle tekrar tekrar, aşka uçarsan kanatların yanar derdin ya..Livaneli,güneşe hükmet yine göz yaşlarınla, bu benimki sevda değil de.Ahmet Arif, gitmek, gözlerinde sürgüne gitmek şiirini bir de ruhuna söyle.Özdemir Asaf,yalnızlık gerçekten paylaşılmaz mı , paylaşılsın , büyük şair.Turgut Uyar, hangi ölesiye sevda bekliyor diye sormuştun hani..Sizlere tek cevabım var, aşk ölümden kalma bir düş sadece...
Andrenin elini kurumuş toprak kokusu sarmıştı,kırmızıya çalan gölümsü bir sandal üzerinde,rengarenk suya bakarken aksinden nefret ediyordu.
Halbuki nilüferleri seviyordu Jessica,sandala vuran ölümü hatırlatan kurbağalar dışında,jessica aslında, o ara sıra su alan ve koyu meşe ağacından Andrenin yaptığı sandala da bayılıyordu,Andre de Jessica nın yaptığı kişnişli lazanyasına.Jessicanın tek bir beyaz elbisesi vardı, belinde küçük kırmızı fiyonku olan..Andrenin doğum günün de giyerdi sadece o elbiseyi..kurumuş şarap lekesi etek ucunda hep dururdu..
Çünkü Andre kendi doğum gününde , çamurdan çıkardığı sürpriz bir tek taş ile evlenme teklif etmişti ona..Jessica da heyecandan merlot şarabını döküvermişti eteğine..O gün şehirde donuk bir fırtına uyarısı gelmişti ama haberi onların kasabasına ulaşamamıştı,Andre Jessica ile birlikte incelmiş biraz da yaşlı sandallarına bindiler, akşam yemeği için gökkuşağı alabalığı tutacaklardı..Hava cehennem rengine büründü,göl suyu karanlığa gömüldü.Andre anlamamıştı Jessica niye o özel beyaz elbiseyi giymişti..Sular yükselince geri dönmeyi düşündüler dönüyorlardı da,ıslanmış sandalda Jessica ayağa kalkarak birşeyler mırıldanıyordu, iki eli ile göbeği ve özel bölgesini tutarak..mutluluk fışkırıyordu ela gözlerinden, mutlu haberi orada açıklayacaktı..Ama soğuk siyaha yakın bir dalga alıp götürdü onu nilüferlerin arasından,Andre suya atladı ise de Jessica kaybolmuştu yüreğinin parçası Jessica..Ve Andrenin elini kurumuş toprak kokusu sarmıştı,Jessica nın mezarına, yetişmeyeceğini bildiği halde nilüferleri dikmekten...Andre aslında asla vazgeçmeyeceti..Aşk, bazen, kokusu olmayan bir çiçeği koklayarak onu yüreğine sığdırmaktır..
Halbuki nilüferleri seviyordu Jessica,sandala vuran ölümü hatırlatan kurbağalar dışında,jessica aslında, o ara sıra su alan ve koyu meşe ağacından Andrenin yaptığı sandala da bayılıyordu,Andre de Jessica nın yaptığı kişnişli lazanyasına.Jessicanın tek bir beyaz elbisesi vardı, belinde küçük kırmızı fiyonku olan..Andrenin doğum günün de giyerdi sadece o elbiseyi..kurumuş şarap lekesi etek ucunda hep dururdu..
Çünkü Andre kendi doğum gününde , çamurdan çıkardığı sürpriz bir tek taş ile evlenme teklif etmişti ona..Jessica da heyecandan merlot şarabını döküvermişti eteğine..O gün şehirde donuk bir fırtına uyarısı gelmişti ama haberi onların kasabasına ulaşamamıştı,Andre Jessica ile birlikte incelmiş biraz da yaşlı sandallarına bindiler, akşam yemeği için gökkuşağı alabalığı tutacaklardı..Hava cehennem rengine büründü,göl suyu karanlığa gömüldü.Andre anlamamıştı Jessica niye o özel beyaz elbiseyi giymişti..Sular yükselince geri dönmeyi düşündüler dönüyorlardı da,ıslanmış sandalda Jessica ayağa kalkarak birşeyler mırıldanıyordu, iki eli ile göbeği ve özel bölgesini tutarak..mutluluk fışkırıyordu ela gözlerinden, mutlu haberi orada açıklayacaktı..Ama soğuk siyaha yakın bir dalga alıp götürdü onu nilüferlerin arasından,Andre suya atladı ise de Jessica kaybolmuştu yüreğinin parçası Jessica..Ve Andrenin elini kurumuş toprak kokusu sarmıştı,Jessica nın mezarına, yetişmeyeceğini bildiği halde nilüferleri dikmekten...Andre aslında asla vazgeçmeyeceti..Aşk, bazen, kokusu olmayan bir çiçeği koklayarak onu yüreğine sığdırmaktır..
Ateşe düşen yaprakların uğultusu ile uyanıyor güneş hakir gördüğü sabaha,kıpkızıl bir kundura boya kutusu taşıyor mavi gözlü çocuk,nasibini aramıyor kuytu berduş köşelerde,yutkunup , sahte bir gülümseme ile bakıyor yıkık dökük kaldırım taşlarına,düş sesi duyamıyor, arabadan işittiği bir şarkının en güzel nakaratına eşlik edebiliyor sadece çocuk...Gecenin beyazlığına bürünüyor boya kokan elleri akşam saatlerinde.Bir yaprak uğultusu ile güneşin hakir gördüğü ve büyümeyi unuttuğu sabaha tekrar uyanıyor çocuk.Aklına kazınmış hayalleri ile..
Bir denizin köpüğünde beliriyor sarımtrak karanlığın yoksunluğu, Kanlı bir meleğin patiğinde gülüyor , gözyaşları...Ve pespembe kesilmiş gecenin hüsranlığı Ve bürünsün ruhlar, sonbaharın çilek kokan mısralarına.Ürpermiş bedenime doğru essin adı konulamamış rüzgarlar.Gündüzün uykusu kadar mavi gelinlikte saklanıyor aşk.Gecenin çilek kokan gözyaşları,rüzgarların maviliği ile bir meleğin bahşettiği deniz köpüğüyle gülüşünden geliyor AŞK..
22 Haziran 2021 Salı
Bir şarkının en güzel ritüelinde hatırlansın çiçek dolu hayaller , düşlerin aşktan kalma yanan bedenleri ile gecenin beyazlığına bürünsün gülümseyen ruhlar. Ve ona ait olan...
20 Haziran 2021 Pazar
Sen hiç yüreğinden vazgeçtin mi? Nasıldır bilir misin ? Yeni doğmuş bir bebeğin kokusunu içine çekip sonrasında tebessüm etmek ve oradan ayrılırken tatlı düşler bırakmak gibidir, aslında yürek henüz hapis değilken vazgeçmemek gerekir.
Gökyüzünden kalma , ölümü talihsizlik olarak düşünen şiirlerim Cemal Süreya edası ile hayal kurmakta. Akşamın gece yosunlu kabuğunu çoktan incittik halbuki. Ve aslında, çok sevmek gerek, hiç, seni seviyorum demeyecek kadar çok...
26 Ağustos 2020 Çarşamba
Gayet masumane senden kalan herşey, dudak uçlarına kadar, her kelime sana dair, aşk kokusu adeta, artık yokluğun yokluğun olmaktan çıkmış, şimdi sarı çimenli geceye gitme vakti ve ayışığı vurmuşken geceyi terketmemeli..
Mum üzerine yazılmış kelimelerle avutuyorum kendimi, deniz kokuyor okuduğum cümleler, rüzgarla savruluyor aklıma kazınmış herşey ve seni bana getiriyor tüm hayallerinle..
Gecenin yalnızlığı ruhum, cam kesiği gibi tanyeri, mağlubum..Bana dedin ki, asıyorum kendimi yokluğuna ve şimdi ayaklarını yerden kestim diyebilirsin.
Gündüzün sarmaşık düşleri , toprağın yeşile doymuş kadını , özgür ve masum..İncecik bakışları, dört duvar olmaksızın , acı değil, dimdik ol kadın ruhunla , mısra ol kadın, günahlarından sıyrıl, güne her dokunuşunla kör uykulara aldanma, kağnı çeken ataların nasılsa yanında olacak kadın ..
Geceye armağan ettiğim müptezel mutluluğum, köhne bedenlerimiz putlaşacak diye korkuyorum, bir peri edasıyla savuruyor ruhun çıplak kelimelerimi,sığınıyorum bir deliliğin yalnızlığına ve ayışığındaki karanlığın başka acısı yokmuş aslında..
30 Haziran 2018 Cumartesi
19 Eylül 2017 Salı
18 Eylül 2017 Pazartesi
Bazen , rüyanın sonu mutlu bitsin diye tekrar uyursun, bazen de bilmediğin bir hikayenin başrolünü oynarsın düşlerinde..Benim düşlerim de alabildiğine mavi..gökyüzünden , denizden çaldığın gözlerin kadar mavi..Uykularımda gece , rüyanın kendi mavi, sen sende kaybolduğumsun...uçağın kanadından gördüğün tüm mavilikler ömrünce seninle olsun..
10 Eylül 2017 Pazar
26 Ağustos 2017 Cumartesi
25 Ağustos 2017 Cuma
24 Ağustos 2017 Perşembe
5 Temmuz 2017 Çarşamba
4 Nisan 2017 Salı
8 Ekim 2016 Cumartesi
Avuçlarımı terleten sıcaklığın ta içimde gözlerimin uzanabildiği bir gül'ün hanlığında,dilimin ucunda cümleler, haykıramıyorum hülasa,bıçağın en keskin zamanı, yağmurlara inat güzelliğini benzetmeye çalışıyorum, bir filiz çıkarıyorum yüreğimden senden kalan, kökleri hala içimde,yalnız düşlerde okşamaya alıştım seni nasılsa , ruhum da beliren adın , silinmeyecek asla.
4 Ekim 2016 Salı
18 Eylül 2016 Pazar
O esip savurmalar dindi , her dalda kırkar çiçek taşıyan arzular duruldu,hayatın kaş diye yüzümüze çattığı iki yakası bir araya gelmez köprü,saklı nehrin sesiyle titredi ve içimizden söylendik; dünya , benimde vardı sere serpe aktığım bir rüzgar, kendimi gölgelere bırakıp , yağmurlarla bölünüp, birer elif gibi ilk cüzü çözüşümüz de vardı. Dünyaya ilişipte biraz kıyısından bakıyorum şuan,gizli saklı.
8 Eylül 2016 Perşembe
7 Eylül 2016 Çarşamba
6 Eylül 2016 Salı
Gözlerimin pusunu günahlarımın durulandığı bedeninde arıyorum, sakın dokunma, benliğim orada kalsın,halbuki ödünç almıştım sensizlikle tutuşmayan bir dünyanın düşünü,sana söyleyemeyip yuttum sandığım tüm kelimeler boğazımda ve artık gülmeyi yitirmiş çocukların gözüyle güneşsiz gölgelere sığınıyorum..
3 Eylül 2016 Cumartesi
Rutubet kokan sevdalar taşıyor yüreğim, küflü bir odanın yalnızlığında, kaybolmuşluğun verdiği sensizlik , moloz yığınlarının arasında kan kırmızı bir koku olarak beliriyor sanki bedenimde, ruhuma zincirlenmiş olan kalbin, ıslak bir rüzgarın gölgesinde kayboluyor adeta,şunu unutuyorum, hayalin müebbet yemişti aklımda...
29 Ağustos 2016 Pazartesi
Düşsel bir uğultudan doğan ayrılık sözleri , inkar edercesine hatırlanılmış yavaş ve feci bir geçmiş.Adam şunu diyor; Yağmurda ıslanmış saçlarını sallarken , kalbi kırık bir şekilde üzerime kapanmış olsan bile,aldırmamalıyım. Huzur bulmam için , yağmur dalları eğdiğinde,yapraklı ağaçların ki gibi bir huzur bulmalıyım ve senin şimdi olduğundan , daha sessiz ve acımasız olmalıyım ...
22 Ağustos 2016 Pazartesi
21 Temmuz 2016 Perşembe
13 Temmuz 2016 Çarşamba
14 Mayıs 2016 Cumartesi
Karanlık
Karanlıktan gelen bir umut arıyorsun , aynaya bak gözbebeklerine , çıkmaza ulaştığın yol orada, gitme diyebileceğin birini ara...
14 Nisan 2016 Perşembe
Kapalı Dünya
Kendinde var olan, ruhunda ağlamaklı, gözyaşı denir mi yaşanılanlara ? En yakın gökyüzü ne kadar uzakta..Gördüğün sadece bir rüya , hayal değil bu ve sadık ol yaşadıklarına...
29 Ekim 2015 Perşembe
Beden..
Unutmakla hatırlıyorlar bazıları,dibe gömülü yaşamlarında gülüyorlar belki,gömülü olmak'la yaşamak arasında işte o çizgide.. ancak böyle mutlu olabiliyorlar belkide
30 Ağustos 2015 Pazar
Sonu olmayan
Sonu olmayan başlangıçlarda yürür bazen bedenimiz, bir müzik tınısı işler belki ruhumuza,ama sessizizdir.Küçük hayalleri peşi sıra dünyamıza bekleriz.Yankılanan dumanları koklarız çekeriz içimize.Sonu olmayan birşey var dilimizin ucunda,asla söyleyemeyeceğimiz.
16 Ağustos 2015 Pazar
Yaprak
Sözcükler yıkar gider cümleleri.Gülün solmuşluğuna denk gelir düşteki rüyalar.Buz olup kesilmelidir belki yürekler.Suda hüzünlü bir yaprak gibi belirecek olan bedenler,rüzgarda kurumuş olanlarını dağıtacaklar ve uyanmış olanlarını da.Kanma o yapraklara bil ki seninde ömründen düşüp özletecek kendini bir dala.
15 Ağustos 2015 Cumartesi
Bakış..
Bakışlarınız olsun gökyüzü,dileyin oradan en imkansız düşlerinizi,Yıldızlarla kaplı olsun yüreğiniz, yüzünüzde tebessüm olsun sadece.Gülüp geçilecek her ne varsa gözlerinizin ucunda olsun,akıtın onu gözyaşlarınızla ve tanrıdan dilemeyi ihmal etmeyin,bakışlarınız kalbiniz olsun en derinlerde...
13 Ağustos 2015 Perşembe
Sadelik..
Gözümüzün görmeye cesaret edemediği sürrealist bir akılcılıktır sadelik.Umudun hep var olduğu gerçek yaşam kısaltmasıdır.Beraberinde götürdükleri ve getirdikleri...Yaşama olgusunu minimize edip göz kapaklarının yarıya inmesini yaşamak gibi bir derinliktir,kelimeleri doğru harflerle kullanmaktır belki de küçük küçük..
Kız...
Kızına pembe bir tebessümle bakan bir baba,neyi kazandığını veya kaybettiğini düşünmeden kendini harikalar diyarında görmeden,ağlamaklı bakışlarla seyrediyor martı uçurumlu denizi.Gecenin yoksun ışıkları indiriyor babanın başını yere..Kızı nerede? Soruyor kızını baba...uçulmaz şelalesinde buluyor kıznı.Akmak istiyorum diyor kız boşvermişcesine.Ömrünün en kısa uçuşunu şelaleye yapıyor kız,bir insan doğar..ama bir su köpüğünden kaç kişi doğar...
Kayboluş
Derinlerde bir kayboluş var.Sıcak ama ötesiz.Gizli mi gizli.Bir yüreğin her çarpışı kadar hayat buluyor insan.Kıpkızıl olmuş bir düş,birilerinin bedeninde saklı.Kaybolmuş bir ruhun hapsedilemeyen özgürlüğü ve onu hisseden insanlar.Diyecekleri tek bir söz var..elveda.
10 Ağustos 2015 Pazartesi
İnsan ve hayal
İnsan hayalini yitirmediği sürece insandır.Hayal gerçek olduğumuzu düşündüren bu yaşamın yegane olgusudur.Hayalleri için yaşayan insanlar ve hayalini yitirdiği için küsen insanlar...Kurduğunuz hayal ne kadar gerçek dışı ise o kadar insansınızdır.Gerçeklik ve hayallerin tanımı bu dünyada kaç kişi yaşıyor ise o kadardır.
Huzur
Huzur,bulamadığın yerde değil bulduğun yerde aramalısın,küçük düşüncelere kapılıpta gitmelisin oraya,büyüklerine hazırlıklı davranmak veyahut hayal kırıklıklarına tahammül etmek için.Huzuru gördüğün yerde değil, aslında baktığın yerde bulmalısın.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)